Arven henüz 2 aylık bile değildi. Gecenin bir vakti mi, sabahın erken saatleri mi artık hatırlamıyorum; ama o minik ağzından çıkan o ses kulaklarımıza “anne” gibi geldi. Dur bir dakika, hayal mi gördüm? Halüsinasyon mu? Tek ben duysam şüphelenirdim ama Murat ve annemle göz göze geldiğimiz an üçümüzde aynı şeyi düşündük: “Bu bebek… konuştu mu?”
Evet, henüz bilinçli değildi belki ama bize o an öyle iyi geldi ki! “Bu kız konuşacak, belli” dedik. Ve gerçekten de konuştu. İlk net, bilinçli kelimesi: “gel” oldu. Öyle her zaman, her şeye, herkese “gel” dedi ki... bir an düşündüm: “Ben Mevlana’yı mı doğurdum acaba?”
Şimdilerde Arven’in kelime dağarcığı 20’yi geçmiş durumda ama en güzel ve favori kelimesi: “baba.”
Evet... bizim kız da babacı çıktı. Murat’ı görünce coşuyor, yerinde duramıyor. İşten geldiğinde birlikte zıplayarak karşılıyoruz. Kapı çalınca beni itip önce o koşuyor. Ben? Biraz kıskançlık, ama bolca aşkla bakıyorum bu ikiliye. Aralarındaki bağ o kadar özel ki, seyretmek bile mutluluk veriyor.
Arven 6 aylık olduğunda ben de yavaş yavaş hayata karıştım. BAYETAV’daki görevime döndüm. Ama bu sefer tek başıma değildim. Ben ve Arven, vakfın yeni ikilisi olarak işe başladık. Ekip arkadaşlarım artık beni değil, Arven’i bekler oldu. Bir gün götürmesem hemen “nerede, özledik” tepkileri... bana hiç böyle şeyler söylenmiyordu, kabul edelim. :) Şeytan tüyü var bizim kızda, herkes onu seviyor.
Vakıfta olmak, üretmek, hayata dokunmak iyi gelmişti. Ama Şubat ayına geldiğimizde yeni bir faza geçtik: master geri döndü.
Evet, doğum nedeniyle ara verdiğim yüksek lisansıma kaldığım yerden devam ettim. Ama bu sefer yalnız değilim:
5 ders, 1 bitirme projesi, vakıf sorumlulukları, ev, Arven. Ve tabii yürüyen... hatta koşan bir Arven!
Zaman zaman kafamda şöyle sesler oluyor: “Bugün ne ders çalıştım ne dinlendim. Ama Arven gülümsedi ya... tüm yorgunluk silindi.”
Ve bazen de şöyle diyorum:
“Yüksek lisans mı daha zor, yoksa Arven’in peşinden koşmak mı?”