Aranızda İstanbul’u sevenler var ise muhtemelen Lizbon’u da sevecektir. Portekiz’in başkenti Lizbon, İstanbul’u andıran kalabalığıyla ve yer yer dik yokuşlarıyla insanı yorsa da kesinlikle gezmeye değer bir şehir. Öncelikle beni Lizbon’a beni hangi rüzgar attı onu cevaplayayım; Erasmus yaptığım sürece İspanya’da yaşadığım için komşumuz Portekiz’i ziyaret edelim dedik ve birkaç günümüzü arkadaşlarımla beraber bu güzel şehre, Lizbon’a ayırdık.
Gezi rotamızı planlarken Lizbon’un İstanbul’a çok benzediğini okumuştum. Her ne kadar burayı İstanbul’a benzetseler de ben daha çok güney havası aldım. Diğer kasıntı ve kuralcı Avrupa şehirlerinden ziyade güneyli bir havası var, sımsıcak ve oldukça renkli. Bizden biri gibi, Ege gibi. Biz çok sevdik ve iyi vakit geçirdik. Size Lizbon’un tarihinden bahsetmeyeceğim ama bana ilginç gelen birkaç şeyden bahsetmek istiyorum. Dünyada şişe mantarının %50'sini Lizbon üretiyormuş. Ve mantardan sadece şişe tıpası da değil birçok şey üretmişler. Çantalardan şemsiyelere kadar mantardan yapılmış eşyalar bizleri oldukça şaşırttı.
Bu arada geçen senenin verilerine göre dünyanın en iyi tatlıcısı da Lizbon’da! Dükkanın adı Pasteis de Belem. Meşhur Belem turtasının çıktığı yer. İsmi tanıdık geliyorsa yanılmıyorsunuz çünkü Belem tatlısı İstanbul, Kadıköy’de de var. Lizbon’un orijinal lezzeti gibi olmasa da orası da çok lezzetli Belem tatlısı yapıyor. Ayrıca bu semt, başkentin turistik mekanlarının çoğunun bulunduğu yer diyorum ve hemen buraya gidiş yöntemlerinden biri olan Tramvay 28’den bahsetmek istiyorum. Daha önce sosyal medyada görmüş veya duymuş olabilirsiniz Lizbon’un o meşhur sarı tramvayını. Tam da o tramvay işte bu! Tramvay günün her saati kalabalık. 1930’lu yıllarda, Lizbon için toplu taşıma amacıyla kurulmuş. Şimdilerde ise şehrin ikonu haline gelmiş.
Lizbon hakkında görülmeye ve yazılmaya değer çok şey var. Bir sonraki yazımda adeta bir masal şatosunda gibi hissettiren Lizbon’un Sintra Kalesi’nden bahsedeceğim. Şimdiden keyifli okumalar!