Dördüncü ayımdaydım sanırım, otururken birden içimde kıpırdadı. Gerçek anlamda. Bebeğimin ilk net hareketlerinden biriydi. Hem tuhaf hem de tarifsiz bir mutluluktu. Vücudumun içinde başka bir hayatın olduğunu zaten biliyordum ama hissetmek… Bambaşka. Minicik bir tekme, ufacık bir kıpırtı ve bende kocaman bir kalp çarpıntısı.
Son trimester kapıda. Zaman hem hızlı hem de yavaş akıyor gibi. İlk beş ay boyunca her ay yalnızca birer kilo alarak ilerlemiştim. Sağlıklı beslenme konusunda kararlıydım; ara öğünlerim bademli, ana öğünlerim bol proteinli ve sebzeli geçiyordu. Ama beşinci aydan sonra işler değişti. İştahım birdenbire açıldı—kötü anlamda. Market reyonlarındaki o çocukluk paketleri, rengârenk atıştırmalıklar, lezzetli tatlılar sanki bana göz kırpıyordu.
Bunda eşimin de katkısı var tabii. Hatta ciddi katkısı! Hamilelikte kadınların aşermesi meşhurdur ama eşlerin de sizinle birlikte aşermesi diye bir şey varmış, gerçekten! Evde biri canı tatlı çekince diğerine de bulaşıyor. Akşam 10’da “Bir dondurma yesek mi?” cümlesi artık normalimiz oldu. Kısacası evin düzeni biraz değişti ama bu da bu sürecin tatlı tarafı sanırım.
Artık karnım da saklanamaz hale geldi. Hamileliğimi henüz duymamış arkadaşlarım bile beni görünce “Sen hamile miydin?” diye soruyor. Hem fiziksel hem duygusal olarak görünür hale geldiğim bir dönem bu.
Ve bu dönemin en büyük sorularından biriyle de yüzleşiyorum: Vajinal doğum mu, sezaryen mi? Çok kararsızdım ama sonunda, hem kızım hem kendim için daha sağlıklı olacağını düşündüğüm vajinal doğumu denemeye karar verdim.
Bu süreçte bir şeyi çok net öğrendim: Anne adaylarına yapılan her yorum—ne kadar iyi niyetli olursa olsun—zihinde dönüp duran bir yankıya dönüşüyor. O yüzden bazen sadece dinlemek, en büyük destek. Çünkü karar vermek zor, ama içgüdülere güvenmek sanırım en doğru yol.