Maria Callas’ın Hikâyesi
Film, olağanüstü ses aralığı ve dramatik sahne performanslarıyla tanınan ünlü opera sanatçısı Maria Callas’ın hayatının son dönemine odaklanıyor. Yunan asıllı, Amerika doğumlu sanatçı, kariyerine Kraliyet Operası’nda başlamış ve Tosca ile Norma gibi başrollerle uluslararası üne kavuşmuş. Ancak film, Callas’ın tüm kariyerini anlatmak yerine, 1970’lerde Paris’teki yalnız ve içsel çatışmalarla dolu yıllarına ışık tutuyor. Eğer sanatçıyı daha derinlemesine tanımak istiyorsanız, bu film sizi biraz eksik bırakabilir.
Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan "Maria", birçok uluslararası ödüle aday gösterildi ve sanat filmi sevenler için dikkat çeken yapımlardan biri haline geldi.
Haluk Bilginer ve Onassis Yorumu
Açıkçası, benim filmi izleme motivasyonum tamamen Haluk Bilginer’in varlığıydı. Emmy ödüllü oyuncumuz, filmde Maria Callas’ın hayatındaki önemli figürlerden biri olan Yunan iş insanı Aristotle Onassis’i canlandırıyor. Film, Onassis ve Callas’ın aşkına sadece yüzeysel olarak değindiğini düşünüyorum. Onların ilişkisi ne kadar büyük bir aşktı, neden evlenmediler gibi soruların net bir yanıtını alamıyoruz. Onassis’in hayalini sık sık gördüğünü söyleyen Callas’ın, bir sabah gerçekten onu odasında görmesi gibi sahneler olsaydı, belki bu aşkın etkisini daha derinden hissedebilirdik. Ancak Haluk Bilginer, her sahnesinde oyunculuk gücünü hissettiriyor.
Angelina Jolie ve Maria Callas Rolü
Angelina Jolie’nin oyunculuğu genel olarak başarılı olsa da, Maria Callas için en doğru seçim olup olmadığını tartışabiliriz. Çünkü ne tip ne de aura olarak bir benzerlik göremedim ben. Özellikle opera sahnelerinde, Jolie’nin yalnızca seslendirmeye eşlik ettiği performanslar oldukça yapay duruyor, yani onun söylemediği çok net anlaşılıyor. Tabi ki tek başına Callas gibi söylemesini beklemiyorum. Ama belki daha güçlü mimik kullanımıyla veya daha iyi postprodüksiyon çözümleriyle daha doğal bir hale gelebilirdi bu sahneler.
Dramatik Yoğunluk ve Filmdeki Kasvet
Film, başından sonuna kadar yoğun bir melankoliye sahip. Callas’ın hayatının en zor dönemine odaklandığı için mutluluk anlarına pek rastlanmıyor. Bu atmosferin bilinçli bir tercih olduğu açık; yönetmen Pablo Larraín, Callas’ı bir sanat ikonundan çok, yalnız ve içsel çatışmalarla boğuşan bir insan olarak sunmak istemiş. Ancak bu yoğunluk, izleyicinin Callas’ın neden bu noktaya geldiğini daha iyi anlamasını sağlayacak ek sahnelerle desteklenebilirdi. Film, onun en parlak dönemlerine çok az dokunduğu için dramatik ağırlık biraz tek taraflı kalıyor.
Opera Sevmeyenler de İzleyebilir mi?
"Opera sevmem, izlemeli miyim?" diye soruyorsanız, ben de büyük bir opera hayranı değilim ama film boyunca sıkılmadım. Eğer sanat filmlerinden hoşlanıyorsanız, "Maria" akıcı bir deneyim sunuyor. Ancak opera sahnelerinde görselliğe takılmak yerine, gözlerinizi kapatıp müziği hissetmenizi öneririm.
Filmin En Çarpıcı Karakteri: Mandrax
Filmin belki de en ilginç karakteri, Maria Callas’la (sonradan hayal ürünü olduğu anlaşılan) röportaj yapan TV muhabiri Mandrax. Callas’ın ruhsal çöküşünü gözler önüne seren bu karakter, aslında onun kendi iç dünyasıyla hesaplaşmasını sağlıyor. Üstelik, karakterin ismi, Callas’ın kullandığı sakinleştirici ilaç olan "Mandrax"tan geliyor. Yani film, onun içsel savaşını çok çarpıcı bir metaforla anlatıyor.
İzlemeye Değer mi?
Filmden tam anlamıyla tatmin olup olmamanız, Maria Callas’ı ne kadar tanıdığınıza bağlı. Yönetmen Pablo Larraín, sanatçının hayatındaki boşlukları doldurmayı tercih etmeyerek, daha çok onun iç dünyasını ve psikolojik mücadelesini yansıtmak istemiş. Bu durum, Callas hakkında fazla bilgiye sahip olmayan izleyiciler için eksik bir deneyim yaratabilir. Yine de opera sevenlerin, biyografik filmlerden hoşlananların veya Haluk Bilginer’i Angelina Jolie ile izlemek isteyenlerin pişman olmayacakları bir film. En azından ben olmadım!