Netflix ve Amazon Dizileri, Sanat Algımızı Değiştiriyor mu?
Bir düşün, en son ne zaman bir sanat filmi izledin? Büyük ihtimalle uzun zamandır bir filme gitmedin ya da bir sanat galerisi gezmedin ama Netflix’te veya Amazon Prime’da yeni bir diziye başladın, değil mi? İşte tam da bu yüzden artık diziler sinema ve sanatı bile şekillendiriyor.
Eskiden kaliteli sanat eserleri denildiğinde aklımıza büyük yönetmenlerin filmleri, tiyatro oyunları veya ressamların eserleri gelirdi. Ama artık sanat, evimizin içine kadar giren dijital platformlarla şekilleniyor.
House of the Dragon gibi yapımlar sinematik kalitesiyle neredeyse bir Hollywood filminden farksız.
The Bear gibi diziler sadece yemek kültürünü anlatmakla kalmıyor, sinematografisiyle adeta bir sanat filmine dönüşüyor.
Bir de Squid Game var tabii. Güney Kore yapımı bu dizi, hem görselliği hem de verdiği mesajlarla bir anda dünya çapında bir fenomen oldu. Dizi, minimalist ama çarpıcı dekorlarıyla, distopik ama rengârenk tasarımıyla izleyiciyi büyüledi.
Bir başka çarpıcı örnek de Black Mirror. Teknoloji ve insan psikolojisini sorgulatan bu antoloji serisi, her bölümüyle adeta modern bir sanat eseri sunuyor. Renk paletleri, distopik atmosferi ve derin senaryoları, izleyiciye bir sinema filmi izliyormuş hissi veriyor. Özellikle “San Junipero” bölümü, 80’ler estetiğini ve nostaljik renk tonlarını mükemmel bir görsellikle izleyiciye iletiyor.
Eskiden böyle bir yapımı ancak sinema festivallerinde izlerdik, şimdi ise herkesin evine girdi.
Peki, bu iyi mi kötü mü? Artık insanlar sanat galerilerine gitmek yerine bir dizinin sinematografisini övmeye başladı. Ama belki de bu yeni nesil sanat anlayışıdır? Sonuçta, sanatın özü ‘hissettirmektir’. Eğer bir dizi bize bir duygu yaşatabiliyorsa, o da bir sanat eseri sayılmaz mı?
Sence Netflix ve Amazon gibi platformlar sanat algımızı gerçekten değiştiriyor mu, yoksa sadece yeni bir tüketim şekli mi yaratıyor?