2013 yılında Gezi Parkı’nda başlayan ve hızla ülke genelinde bir toplumsal harekete dönüşen bu direniş, Türkiye'deki eylem kültürü açısından bir dönüm noktası oldu. O günlerde atılan her slogan, çizilen her karikatür ve söylenen her şarkı, yalnızca bir tepki değil, aynı zamanda bir ifade biçimiydi. Gezi, kitlesel bir sanat performansına dönüşerek, Türkiye’nin kolektif hafızasında en yaratıcı, en çeşitli ve en görsel protesto hareketlerinden biri olarak yer aldı.
Şimdi, 2025 Mart'ında bir kez daha sokaklardayız. Bu seferki neden, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması. Yöntemler, katılımcılar ve semboller değişmiş gibi görünse de, özünde hâlâ aynı duygular var: adalet, özgürlük ve ortak bir vicdan arayışı.
Gezi’nin Sanatla Harmanlanan Protesto Dili
Gezi günlerinde ortaya çıkan yaratıcı protesto dili, Türkiye’de sokak eylemlerinin yüzünü değiştirmişti. Mimar Sinan heykeline takılan gaz maskesi, el yapımı dövizlerdeki zekice espriler, doğaçlama tiyatro performansları, duvarlara yazılan şiir gibi sloganlar. . . Tüm bu unsurlar, o dönemdeki politik tepkileri estetik bir düzleme taşıdı.
Eylem, sadece politik bir hak arayışı değil, aynı zamanda bir sanat pratiğiydi. “Duran Adam”, “V for Vandal”, “tencere tava” ritimleri… Her biri, eylemi görünür ve duygusal kılan unsurlar olarak öne çıktı.
2025: Sessizliğin, Dijital Estetiğin ve Dağınık Enerjinin Eylemi
Günümüzde ise protestolar, daha sessiz, daha dağınık ama bir o kadar da etkili bir hale büründü. Saraçhane’de, İzmir’de, Antalya’da ve daha birçok yerde insanlar yine sokağa döküldü. Ancak bu kez dövizler daha sade, sözler daha doğrudan ve eylemler daha kısa süreli. Yine de o kolektif bilinç kaybolmuş değil. Artık eylem, sadece sokakta değil, ekranda da sürüyor.
Sosyal medya aracılığıyla yayılan dijital çizimler, animasyonlar, parodi videoları ve montajlar, Gezi’de duvarlara yazılanların çağdaş dijital yansımaları olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle genç kuşaklar, protestoları dijital araçlarla görünür hale getiriyor. Sokak, zaman zaman yerini algoritmalara bırakıyor.
Eylem Kültürünün Dönüşümü: Aynı Ruh, Farklı Beden
Gezi ruhu, günümüzdeki eylemlerde açıkça hissediliyor. Ancak artık bu ruh, daha çok gündelik bir direniş biçimini almış durumda. Belki eskisi kadar kalabalık değil, ama daha bireysel, daha yaratıcı ve daha stratejik bir yapıya sahip.
Valiliğin getirdiği yasaklara rağmen, insanlar her zaman kendi yollarını bulmayı başarıyor. Metro kapatıldığında, yürüyerek gitmeyi tercih ediyorlar. Sosyal medya yavaşlatıldığında ise görseller başka yollarla paylaşılmaya devam ediyor. Sanatçılar da sessizliklerini bozmaktan geri durmuyor; ancak onların sahnesi artık geleneksel olarak belirlenen yerler değil; bazen bir çizim, bazen bir tweet, bazen de kısa bir film olabiliyor.
Sonuç olarak: Geleceğin Direniş Müzesi
Bir gün bu dönem geride kaldığında, t tıpkı Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi, bugünkü eylemlerimiz de bir kültürel mirasa dönüşecek. Belki “Saraçhane Direnişi” adlı bir belgesel izleyeceğiz ya da bu günlere ait karikatürler, posterler ve dijital içerikler bir müzede sergilenecek.
Çünkü Türkiye’de eylem yalnızca bir tepki değil, aynı zamanda bir anlatı. Bu anlatının dili ne olursa olsun –ister tencere sesi, ister bir çizim, ya da sadece sessiz bir duruş– sanatla iç içe geçmiş durumda.
Gezi’den sonra birçok şey değişti; ancak bir gerçek hiç değişmedi: Bu ülke, adalet arayışını hep bir sanat eseri gibi yaşadı.