Bugün; Vatikan, Monako ve San Marino gibi ülkelerin ardından Avrupa’nın en küçük 7. Ülkesi konumunda bulunan, kurulduğundan bu yana son bin yılda Almanya, Fransa, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerin boyunduruğu altında kalmış, bağımsızlığına ise 1827’de büyük devletlerin koruması altına alınana kadar kavuşamayan -resmi adıyla- Lüksemburg Büyük Dukalığından bahsedeceğim
Bazılarınızın ‘‘Eh be kardeşim! ben buraya tarih dersi dinlemeye mi geldim, nereyi gezeceğim onu söyle.’’ dediğini duyar gibiyim. Merak etmeyin oraya da geleceğim ama bir kültürü anlamak, tanımak ve bugünkü durumunu değerlendirmek istiyorsak tarihine birazcık da olsa hâkim olmamız gerekiyor ki oralarda bir kafeye girdiğimizde garson beni neden Fransızca selamlayıp sonrasında bana Almanca iyi günler diledi diye şaşırıp kalmayalım.
Tavsiyelerim
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Lüksemburg günlerce keşfedebileceğiniz, her gün sizi farklı bir güzelliğiyle şaşırtabilecek bir ülke değil. Benim Lüksemburg şehir merkezindeki turistik noktaların tamamını görmem en fazla 7-8 saatimi aldı. Sürenin 7-8 saati bulmasının sebebi ise ülkenin çok çabuk biteceğini fark etmemin ardından ziyaret ettiğim yerlerde oyalanmam oldu. Tüm bu oyalanmalarıma rağmen 2025 yılbaşında ülkedeki son 12 saatimi aşırı soğuktan dolayı benimle birlikte Lüksemburg havaalanına sığınan diğer insanlarla havaalanının farklı köşelerinde aynı kaderi paylaşarak -ısınmaya çalışarak- geçirdim. Sözün özü, günü birlik gelin Hollanda’ya doğru trenle devam edin.
Aman, yanlış anlaşılmasın! Lüksemburg kötü bir yer vesaire dediğim yok. Avrupa’da görebileceğiniz en sevimli yerlerden birinden bahsediyorum. İnsanı alıp beş yüz yıl öncesine götüren müthiş bir mimari ve doğaya sahip. Şehrin merkezindeki şahane mimariyi, kırsal alanlardaki fevkalade doğayı kale surlarından deneyimleyebilirsiniz.
Şimdi gelin bu noktalardan en popüler olanları birer birer inceleyelim.
Nereyi gezmeli
Notre-Dame Katedrali: Temelleri 1613 yılına kadar dayanan Lüksemburg’un tek katedrali olma niteliğine sahip, mahzeninde Lüksemburg büyük düklerinin ve düşeslerinin mezarlarını barındıran gotik mimarinin bir örneği olarak gösterilen bu katedral, daha önce Avrupa’nın büyük şehirlerindeki katedralleri ziyaret ettiyseniz pek ilginizi çekmeyebilir fakat köklü tarihi sebebiyle görmeye değer.
Grund: Lüksemburg şehrinin güneyinde bulunan ilk gördüğüm anda beni büyüleyen Avrupa’daki favori noktalarımdan birisidir, Grund. Şehrin merkezine göre daha alçakta kalan bu noktaya asansör yardımıyla kolayca inmek mümkün fakat köprünün üzerinden Grund’un muhteşem manzarasını gördüğünüzde ayaklarınızı bu manzarayı bırakıp aşağı inmeye ikna etmek biraz zaman alacaktır. Pek çok lokal bara ve restorana ev sahipliği yapan bu mahallenin sokaklarında kaybolup meşhur makarnasını Michelin yıldızlı olan Mosconi’de yemenizi tavsiye ederim.
William Square: Adını Hollanda Kralı II. William’dan alan sessiz, sakin, çevresinde hoş restoranlar barındıran, yılbaşı gecesi gittiğimde müthiş bir kalabalık ve kutlama alanına dönüşmesini beklediğim fakat beni müthiş derecedeki tenhalığıyla hayal kırıklığına uğratan meydan. Yanlış anlaşılmasın Lüksemburg gibi naif ve sakin bir şehirden böylesine bir şölen ortamı beklemiş olmak benim hatam olabilir.
Adolphe Köprüsü: Lüksemburg şehrinde sıklıkla karşılaşabileceğimiz kemer köprülerden en meşhuru olan Adolphe köprüsü güzel manzarasıyla şehrin en önemli turistik noktalarından birisi konumunda.
Banque et Caisse d'Épargne de l'État: Finans ve bankacılıkla öne çıkan Lüksemburg’un köşe taşlarından olan bu tarihi bank şehrin önemli noktalarından olan Bourbon Platosunda bulunur. İçine turistik gezi amaçlı girilemese de ekonomi ve finans meraklılarının ilgisini çekebilecek bir nokta.
Bourscheid ve Vianden Kaleleri: Mesafe bakımından birbirlerine nispeten yakın sayılabilecek, ülkenin kuzeyinde bulunan bu iki kale tek kelimeyle muhteşem doğasıyla kesinlikle görülmesi gereken noktalardan birisi. Farklı bölgelerde bulunan bu iki kaleye toplu taşımayla ücretsiz bir şekilde (Evet! Lüksemburg’da toplu taşıma ücretsiz) ulaşabilirsiniz fakat bu opsiyon gidiş geliş yaklaşık beş saatinize mal olabilir. Bu süreyi yarıya indirmek isteyenler makul bir fiyata, tren vasıtasıyla, bu yolculuğu gerçekleştirebilirler.
Monument of Remembrance: Şehrin meydanında bulunan ve birinci dünya savaşında hayatlarını kaybeden 2000 Lüksemburg vatandaşının anısına dikilen bu anıt II. Dünya Savaşı Nazi işgali sırasında Alman askerleri tarafından tahrip edilmiş ancak savaştan sonra yeniden restore edilerek bugünkü haline getirilmiştir. Aynı zamanda Noel gibi özel günlerde etrafında etkinlikler düzenlenen bir durak noktası olarak da işlev görüyor.
Sonuç – Hislerim
Lüksemburg’a karşı her ne kadar eleştirel yaklaşmış olsam da bunun sebebi Lüksemburg’dan değil benden kaynaklanıyor diyebilirim; bu sessiz, sakin ve huzurlu şehirden yılbaşında olağanüstü gösteriler hazırlamalarını beklememden.
Bunun haricinde konudan bağımsız dikkatimi çeken başka bir konu ise ülkedeki yabancı göçmen ve mültecilerin sayısıydı. Tahminimce, bu durum hem Lüksemburg’un kendi politikalarından hem de göçmen ve mültecilerin Lüksemburg’u bir gelir kapısı olarak değerlendirmesinin mutlak bir sonucu. Oradayken duyduğuma göre (şimdi söyleyeceklerim neredeyse tüm gelişmiş ülkeler için önemli bir sorundur), yerli halkın çoğunluğunun maddi durumunun iyi olmasından dolayı ülkede mavi yakalı çalışan bulmanın kolay olmaması sebebiyle Lüksemburg hükümetinin ülke kapılarını dışardan gelenlere açmasına neden oluyor.
Benim diyeceklerim bugünlük bu kadar. Sözlerimi tarihi boyunca bir ülkenin egemenliğinden başka bir ülkenin egemenliğine geçip durarak fakat en sonunda bağımsızlığını ilan edip Avrupa’nın önemli merkezlerinden birisi haline gelen Lüksemburg’un anlamlı sloganıyla bitirmek istiyorum. ‘‘Mir wëlle bleiwe wat mir sinn’’ yani ‘‘Biz olduğumuz gibi kalmak istiyoruz’’.