Immersive Art, yalnızca bir tabloya bakmaktan öte, izleyicinin sanatın içine adım atmasını sağlayan, gezilebilen, dokunulabilen ve aktif olarak deneyimlenebilen bir sanat türü. Türkçede tam bir karşılığı olmasa da “sürükleyici sanat” veya “içine alan sanat” olarak çevrilebilir. Son yıllarda hızla popülerleşen bu akım, izleyiciyi pasif bir gözlemci olmaktan çıkarıp aktif bir katılımcıya dönüştürüyor. Savunucuları, bu yaklaşımın sanatı daha erişilebilir ve eleştirilebilir hale getirdiğini söylerken, bazı eleştirmenler ise bu tür sergilerin sanatın anlam derinliğini kaybettirdiğini düşünüyor. Hatta kimi görüşlere göre, immersive sanat deneyimleri, ziyaretçilerin sanatı keşfetmek yerine sosyal medyada paylaşmak amacıyla gittiği “Instagram müzelerine” dönüşüyor. Geleneksel sanatta eserin kavramsal yönü ve sanatsal değeri ön planda tutulurken, immersive sanatta görsellik ve deneyim merkezde yer alıyor.
Örnek olarak James Turrel’in tüm mekanı kapsayan renk projeksiyonlarıyla zemin, tavan ve duvarları birleştirerek konum algısını kaybettiren eserlerini verebiliriz:
TemLab’in hem duvarlara hem de izleyicilerin üzerine yansıttığı, dokunduğunda hızlıca solan çiçek görselleri de Immersive sanatın önemli örneklerinden bir tanesi:
Bunun yanı sıra, Refik Anadol’un veri dalgalarıyla oluşturduğu, ziyaretçilerin içinde dolaşabildiği dijital eserleri de immersive sanatın önemli örnekleri arasında yer alıyor:
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte immersive sanatın etkisinin giderek artması bekleniyor. Gelecekte bu tür sergilerin hem sanatı deneyimleme biçimimizi hem de sanatçılar için yeni ifade yollarını nasıl dönüştüreceğini görmek heyecan verici olacak.