Elimizin altında her şeye kolaylıkla ulaşabileceğimiz tüm teknolojik imkanlar varken hala yalnız hissediyoruz. Z kuşağı olarak teknolojiyle iç içe büyüdük; sosyal medya bizim için sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda bir nevi bizim kimliğimiz.
Instagram’da mükemmel hayatlar, TikTok’ta eğlenceler, Twitter’da tartışmalar... Bilgiye, insanlara ve olaylara saniyeler içinde ulaşabilmek kolaylık sağlıyor ama aynı zamanda bizi yetersizlik hissine de sürüklüyor. Anksiyete ve depresyon, artık sadece yetişkinlerin değil, gençlerin de en sık yaşadığı sorunlar arasında bulunuyor. Çünkü sosyal medya yüzünden kaygı seviyesi artıyor.
Peki biz ne istiyoruz? Etiketlenmeden duygularımızı ifade edebilmek.
Mental sağlık artık lüks değil, bir ihtiyaç, zorunluluk. Ama bu ihtiyacın hala yeterince konuşulmadığını düşünüyorum. Okullarda, evlerde, çevrede ruhsal iyi oluş üzerine daha çok konuşmamız gerekiyor. Terapiye gitmek bir sorun değil, tam tersine bir güç göstergesi olmalı. Çünkü kendi iç dünyasını tanıyan bir birey, dünyayı da daha sağlıklı şekillendirebilir. Terapiye gitmek normal karşılanmalı.
Z kuşağının güçlü bireylerden oluştuğuna inanıyorum. Biz yeni çözümler arayan, konuşmaktan korkmayan ve değişim talep eden bir kuşağız. Ruh sağlığımızı korumak, sadece kendimiz için değil, gelecekte kuracağımız toplum için de önemli. Bu yüzden mental sağlığımızı korumak için birkaç öneride bulunmak istiyorum. Bazı zamanlar dijital detoks günleri yapabiliriz. Kendimizi tanımaya vakit ayırmalıyız. Sürekli olarak internette gezinmek yerine kendimizi iyi hissedecek hobiler edinmeliyiz. Ama en önemlisi de terapiye gitmekten çekinilecek bir şey olmadığını ve kendimizi tanımanın bizim için ne kadar önemli olduğunu anlamalıyız.