Bugün sizlere hiç planlarımda yokken Yunanistan tarihinin en büyük facialarının birinin gerçekleşmesinden dolayı ziyaret etmek ‘‘zorunda kaldığım’’ şehir olan Alexandroupoli’den yani Dedeağaç’tan bahsedeceğim.
Şehrin anlatımına başlamadan önce bu şehri neden ziyaret etmek zorunda kaldığımdan ve faciadan bahsedeyim. 2023 yazında ani bir kararla Selanik’i ziyaret etme kararı aldıktan sonra Selanik gezisi için en kârlı yolun otobüs yolculu olduğuna karar verip 2-3 hafta öncesinden biletimi 21 Ağustos tarihi için aldım. Ben yola çıkmadan birkaç gün önce de Yunanistan tarihinin en büyük felaketlerinden birisi yaşanmaya başladı, ‘‘Dedeağaç Yangını’’. Yangın haberini ilk duyduğumda seyahatimi iptal etmem gerekeceğini düşündüm fakat Yunan hükümeti turizm gelirlerini kaybetmek istememiş olacak ki ülkeye yapılacak hiçbir seferi iptal etmedi. İpsala sınır kapısından çıktıktan yaklaşık 15-20 dakika sonra hayatımda ilk kez böylesine büyük bir yangına tanıklık ettim. Yangın ilk bakışta uzak görünüyordu fakat zamanla -yangınla aramızda mesafe olmasına rağmen- otobüsün içinde bile dumanın kokusunu alabiliyorduk. Daha sonra yangın daha geniş alanlara sıçrayınca rotamız üzerinde barikat kurmuş polis ekipleri şoföre otobüsü Dedeağaç Limanına çekmesini ve ikinci bir talimata kadar limandan kimsenin ayrılmaması gerektiğini söyledi. Limanda beklediğimiz 7-8 saatlik süre zarfı boyunca (gece 02.00’dan sabah 08.00-09.00’a kadar) limandan çok uzaklaşmadan; yükselen dumanların etkisiyle kapkara kesilmiş gökyüzünün ardından doğduğunu bizlere belli etmeye çalışırken kıpkırmızı bir renge kavuşmuş güneşin, gökten arabaların ve bizim üzerimize resmen kar gibi yağan küllerin, limana kurulmuş sıhhiye çadırlarının ve sürekli limana giriş ve çıkış yapan onlarca ambulans, itfaiye ve polis ekibinin arasında biraz olsun şehri tanıma fırsatı buldum. Başka bir zaman diliminde görsem benim için sıradan bir şehirden başka hiçbir izlenim bırakmayacak bu şehir, bu facianın ortasında içime tarif edemeyeceğim bir his bırakmıştı.
Şimdi gelelim bu şehirde normal zamanlarda ne yapılır konusuna. Şehri sadece hem gecenin hem de sabahın köründe gördüğüm için ne yazık ki sizlere müze gibi giriş çıkış saatleri olan yerlerden bahsedemeyeceğim ama elimden geldiğince hem şehrin yapısından hem de deneyimlediğim birkaç noktadan bilgiler aktaracağım.
Daha önce Selanik için de söylemiş olduğum ve şu anda gelen anlık bir ilhamla ‘‘İmdat Ölçeği’’ (İmdat diye bağırsanız kaç Türk anlar ve dönüp bakar) olarak literatüre soktuğum, herhangi bir ülkedeki Türk nüfus oranını anlamamıza yarayacak olan bu ölçek burada azımsanmayacak kadar yüksek derecelerde kendini gösteriyor. Tabii ki bunun nedeni tarihsel, buradaki halk diğer bölgelere kıyasla Cumhuriyet Döneminde gerçekleşen Türk-Yunan Mübadelesinden daha az etkilenmiş. Zaten Dedeağaç’ın bulunduğu Batı Trakya bölgesi bugün bile Yunanistan’ın en zengin Türk nüfusuna sahip bölgesi.
Bölgenin Türk cemiyetlerinin internet sitelerini incelediğimde Dedeağaç ve çevre bölgelerin, bugün Türklerin yoğun olarak bulunduğu ve bu sebeple hükümet tarafından minimum yatırım ve sosyal destek alan bölgeler olduğu yönünde pek çok ifadeye rastladım. Elimde veriler yok, bu ifadeler ne kadar doğru ya da kanıtlanmış mı araştırmadım fakat şunu söyleyebilirim ki Selanik’e giderken Türklerin yaşadığı şehirlerin neredeyse hepsinden geçtim, yol üzerinde ve kırsal alanlarda gördüğüm fabrika sayısı iki elin parmaklarını geçmedi ama kendimle de çelişmeyeyim Dedeağaç bölgesindeki ufak limanın varlığını da hatırlatayım.
Konudan oldukça saptık farkındayım ama önceki yazılarımı okuyanlar bilirler ki hep şunu derim: ‘‘Bir şehrin tarihini ve sosyal yapısını bilmezsek o şehri kesinlikle ve kesinlikle sindiremez sadece gördüğümüzle kalır, muhtemelen o gördüklerimizi de unuturuz.’’. Tamam daha önce hiç böyle bir cümle kurmadım ama… Her neyse ne demek istediğimi anlamışsınızdır.
Nereyi Gezmeli
Deniz ve Kumsallar: Dedeağaç’ın deniz ve kumsallarını görme fırsatım olmadı. Açıkçası Yunan adaları kadar popüler de değiller fakat bu bölgenin Ege Denizine bakan pek çok kumsalı olduğunu da unutmamak gerek.
Deniz Feneri: Kentin sembolü olan ve II. Abdülhamid döneminde inşa edilen bu yapıyı yangın zamanı o kasvetli ortamda gördüğümde içimde gerçekten tarif etmesi zor bir his oluşmuştu. Umarım siz burayı normal bir günde görür ve etrafını saran hareketli caddede sevdiklerinizle güzel vakitler geçirirsiniz. Bu caddede de pek çok yüksek puanlı Türk restoranları olduğunu da hatırlatayım.
Vistonida Gölü: Bu bölgeye de hiç gitme fırsatı bulamadım fakat duyduğuma göre harika bir kuş cenneti olarak ziyaretçilerini karşılıyor.
Dadia Ormanları: Bu bölgedeki ulusal parkı ziyaret etmenizi 3 yıl önce olsa düşünmeden önerebilirdim fakat 2023 Ağustos ayındaki devasa yangından sonra tahribatın boyutu inanılmaz seviyelerde olduğu için görmeye değer pek bir şey kalmış mıdır bilmiyorum. Fakat ormanın tamamı yanmadığı için hala doğanın tadını çıkarabileceğiniz bölgeleri mevcut.
Hislerim-Tavsiyelerim
Hislerimi yukarıda açıkça belirttiğimi düşünüyorum fakat kapanışı yapmadan son bir tavsiye vermek istiyorum. Eğer Dedeağaç’a gitme planınız varsa şehirden bir Selanik ya da Atina havası beklememenizi öneririm neticede Dedeağaç şirin bir şehir olmasına rağmen 200-300 sene öncesine kadar yalnızca balıkçı kasabasıydı bunu da unutmamak gerek.