Önceki yazılarıma kıyasla bugün sizlerle beraber biraz daha doğuya, Avrupa’nın güney doğusuna, Yunanistan’ın kuzeyine, Selanik’e göz atacağız.
İsmini Büyük İskender’in üvey kız kardeşi Thessaloniki’den alan Selanik, tartışmaya kapalı şekilde -bugün aynı kavramı pek kullanamayacak olsak da tarihe bakıldığında- medeniyetler beşiği olarak değerlendirebileceğimiz, zamanında Avrupa’nın tek Yahudi çoğunluk şehri olarak anılan; Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin bir arada yaşadığı kültürel etkileşimin bir zamanlar doruk noktada olduğu dünyanın özel şehirlerinden bir tanesi. 500 yıl boyunca Türk kültürünün etkisinde kalmış bu şehrin milletimize sağladığı en büyük kazanım, şüphesiz ki, kozmopolitan yapısıyla Mustafa Kemal gibi bir liderin düşünce yapısını böylesine şekillendirmiş olmasıdır.
Nereyi Gezmeli
Atatürk Evi: Pek çok Türk’ün Selanik’i ziyaret sebebi olan Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu ve büyüdüğü evi ziyaret etmek bana kalırsa gidilir gidilmez yapılması gereken ilk aktivite. Evin iç bölümünde bulunan anlatımları okuyup tüm evi gezmeniz en fazla bir saatinizi alacaktır ama büyük çoğunluğu Türk ziyaretçilerden oluşan kalabalıktan bir adım uzaklaşarak evin bahçesine oturup ambiyansın biraz tadını çıkarmanızı öneririm. Konumunu soracak olursanız, Atatürk’ün evi -bugün- Türkiye Cumhuriyeti Devleti Selanik Başkonsolosluğunun sınırları içerisinde bulunuyor, şehir merkezine oldukça yakın ve yürüyerek rahatlıkla erişilebilecek bir noktada.
Selanik Ayasofya Kilisesi: Tarz olarak İstanbul’un Ayasofya’sı baz alınarak 7. yüzyılda inşa edilen bu yapı Bizans devri eserlerine önemli örneklerden birisidir. II. Murad döneminde şehir ele geçirildikten sonra kilise, minare eklenerek camiye dönüştürülmüş, tekrar Yunan egemenliği altına girdiğinde ise minare yıkılmış ve kilise olarak işlev görmeye devam etmiştir. 1988 yılında UNESCO Dünya Miras listesinde yerini almıştır.
Beyaz Kule: Daha önceden Bizans Döneminde inşa edilen fakat IV. Haçlı Seferinin ardından şehir yağmalanırken yıkılan eski kulenin bulunduğu noktaya, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle 16.yy’da inşa edilen ve tarih boyunca birçok farklı isimle anılan Beyaz Kule, Osmanlı Döneminde sırasıyla kale, garnizon ve hapishane olarak kullanıldı. 19.yy’da Sultan II. Mahmud’un emriyle kulede bulunan tüm isyancı yeniçeri mahkumların katledilmesiyle halk arasında Kızıl Kule olarak anılmaya başlayan kule II. Abdülhamid döneminde Avrupa’nın (özellikle İngiltere’nin) reform baskıları ve imparatorluğa yeni bir kimlik kazandırma çabalarıyla doğru orantılı olacak şekilde beyaza boyanmış ve bundan sonra beyaz kule olarak anılmaya başlamıştır. Osmanlı hakimiyetinin sona ermesinin ardından Yunanistan Krallığı döneminde askeri ve bilimsel alanlarda kullanılmıştır.
Aristotelous Meydanı: 1917 yılında çıkan büyük Selanik yangının ardından bu meydan 1918 yılında Fransız mimar Ernest Hebrard tarafından tasarlanmış ancak 30-40 yıl gibi bir sürenin ardından bugünkü halini almıştır. Çevresinde barındırdığı lüks oteller ve turistik dükkanlar ile turistlerin Selanik’teki gözdelerinden birisi.
Makedonya Mücadelesi Müzesi: ‘‘Tarihi kazananlar yazar.’’ ifadesini acaba ‘‘Herkes kendi tarihini yazar.’’ ifadesine mi dönüştürsek? Diye düşünüp kendi kendime gülmeme neden olan bu müze (Aynı zamanda Avrupa’da gezdiğim ilk müzelerden birisidir), içerisine ilk girdiğim andan itibaren tarihe karşı bakış açımı değiştirdi desem yalan olmaz. Müzede gezip içerideki bilgileri okudukça (genel olarak Yunanistan’da, Osmanlı ile bağlantılı yerleri gezdiğimde de içimde bu his oluştu) gördüm ki biz nasıl İstanbul’un fethini ve Büyük Taarruzu vurguluyorsak onlar da aynı şekilde nasıl bağımsızlık kazandıklarını ve Osmanlı İmparatorluğunu nasıl mahvettiklerini küçük düşürücü bir dille vurguluyorlardı. Uzun lafın kısası, eğer tarihe farklı perspektiflerden de bakmak isteyen biriyseniz kesinlikle bu müzeyi görmelisiniz.
Galerius Rotundası / Kemeri: Erken Bizans sanatının önemli bir diğer örneği olan Rotunda bugün UNESCO Dünya Miras Listesinde yerini almış durumda ve ziyaretçilerini karşılamaya devam ediyor.
Hislerim
Gezdiğim ve yalnız başıma gezdiğim ilk Avrupa şehri olmasından dolayı Selanik’in yeri bende apayrı. Fakat adım attığım ilk andan itibaren İzmir ile benzerliği yüzünden kendimi ilk birkaç saat bir türlü yurt dışındaymışım gibi hissedemedim. Şehrin Kordon’u, (caddenin adını bilmiyorum) sahilden Basmane Garına çıkan yolu ve üstüne üstlük Alsancak Liman’ı vardı. Hangisi daha önce inşa edilmiş bilmiyorum ancak biri birinden etkilenmiş orası kesin. Zaten birbirine hem tarihi hem de kültürel olarak benzeyen bu iki şehir, boşanmış bir çiftin biri annede biri babada kalan tek yumurta ikizleri gibiler.