M.Ö. 2. yüzyılda bir Roma şehri olarak kurulan Sevilla’nın bugünkü cazibesini kazanmasındaki faktörlerden en önemlisinin bölgede yüzyıllarca bir arada yaşayan Hristiyan, Müslüman ve Yahudi toplulukların kültürel etkileşimi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu konu hakkında bilgi alışverişi yaptığım İspanyol arkadaşlarımdan da bu argümanı destekleyecek pek çok ifade duydum. Bunlardan bir tanesine, İspanya’nın meşhur flamenko kültürünün Endülüs hakimiyeti döneminde İber yarımadası topraklarına ulaşması örnek olarak verilebilir. Elbette, bu kültür alışverişi Arapların ve Yahudilerin günümüz İspanya topraklarından atılmasından sonra minimum düzeyde seyretti.
Tavsiyelerim
Sevilla’da hayatımda daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yaptım, hiçbir araştırma yapmadan bir şehri ziyaret ettim. Bu kasıtlı olarak planladığım bir şey değildi, araştırma yapmaya üşendim ve ‘‘Gidince bakarız ya!’’ dedim kendi kendime. İyi ki de öyle yapmışım. Sevilla’nın Plaza de España’sını görünce resmen büyülendim. Araştırarak gitmiş olsaydım aynı etkiyi yaratacağını düşünmüyorum. Belki siz de Sevilla için benim izlediğim gibi bodoslama bir yol izleyebilirsiniz.
Gezilecek Yerler
Plaza de España: İspanyollar, bir bölgeyi adlandırma kararı aldıklarında çoktan elli tane lokasyona verdikleri isimleri tekrar tekrar kullanmaktan çekinmiyorlar. Mesela en komiğime giden Madrid’deki istasyonlara ve mahallelere verilen Sevilla, Los Angeles, Bilbao ve Salamanca gibi şehir isimlerinin verilmesiydi. Bu durumun esas sebebini bilmem ama tahminimce siesta saatini kaçırmamak adına zaten var olan isimleri kullanmak İspanyol yetkililerin daha çok işine gelmiş. Plaza de España da az önce belirttiğim durumdan nasibini almış isimlerden birisi fakat, fikrimce, mozaik işlemeli köprüleri ile Sevilla’nın Plaza de España’sı, İspanya’nın açık ara en büyüleyici Plaza de España’sı. Bu noktada yapılan flamenko sokak şovları da bu merkezi çok daha özel kılıyor.
Alcázar: Beni ilk adımımı attığım anda büyüleyen, Müslüman krallar için inşa edilmiş olan Alcázar; ziyaretçilerini görkemli bahçeleri, mimarisi ve işlemeleriyle büyülemeye devam eden oldukça görkemli bir saraydır. Şunu da belirtmem gerekir ki, saraya randevusuz giriş mümkün değil. Ya Alcázar’ın kendi internet sitesinden ya da yerinde randevu almanız gerekiyor.
Sevilla Katedrali: Gotik mimari tarzda inşa edilen dünyanın en büyük katedrali unvanına sahip Sevilla Katedrali bölgenin ziyaret edilmeden geçilmemesi gereken bir diğer noktası. Bu noktayla ilgili kendi fikrimi belirtmem gerekirse şunu söyleyebilirim ki, daha önce Santiago de Compostela ve İspanya’daki pek çok diğer katedrali ziyaret etmemiş olsam bu katedral beni görsel açıdan çok daha fazla etkileyebilirdi. Bu katedrale girdiğim anda ilk düşündüğüm şey bu yapının, İspanya’nın eski başkenti, Toledo’nun Katedrali’nin neredeyse birebir aynısı olduğuydu. Tüm bunlara rağmen bu katedralin artısı az önce belirttiğim gibi Gotik tarzda inşa edilen en büyük katedral olması ve -Sevilla’nın vazgeçilmezi olan- mandalina bahçeleri.
Puente de Triana: Elinize atıştırmalığınızı alıp müzik dinlerken 8. Alfonso Kanalı’nın kıyısından bu köprüyü izlemek gerçekten listenize eklemeniz gereken bir aktivite.
Sevilla Boğa Güreşi Alanı: Bu aktiviteyi desteklemediğim için para verip seyretmedim, zaten benim ziyaret ettiğim dönemde de herhangi bir gösteri yoktu. Eğer bir kere de olsa göreyim neymiş bu diyenlerdenseniz paranızı güreşlere Sevilla’da harcamak yerine Malaga’da harcayın derim.
Metropol Parasol: Asansörle çıkıldığında size şehrin etkileyici bir manzarasını sunan bu modern yapıya açıkçası ben para verip çıkmayı tercih etmedim. Bunun yerine Madrid Debod tapınağından ya da Barcelona Bunkerlarından gün batımını izleyin ki hem paranız cebinizde kalsın hem de gözleriniz bayram etsin.
Bu kadar mı?
Kesinlikle hayır! Sevilla’da saraylar, bahçeler, müzeler bitmez ancak ben size vaktiniz ve bütçeniz kısıtlıysa görmeniz gereken veya gerekmeyen en popüler noktalardan bahsettim.
E, gezdik gördük, ne yiyip ne içeceğiz?
Başlıkta da belirttiğim gibi tapasın (bilmeyenler için kısaca: Bir tür meze ve atıştırmalık) başkentindeyiz, gelmişken tadabildiğimiz her türlü tapası tatmamız lazım. Sevilla’da o kadar çok tapas çeşidi mevcut ki yaz yaz bitiremem. Merkezde bir mekâna oturun, şarabınızı (kırmızı veya beyaz tercihinize kalmış) sipariş edin ve masanızı farklı çeşit tapaslarla donatıp akşam yemeğinizi bu öğünle geçiştirin. Benim hatırıma da ortaya ‘‘Kalamarlı Croquetas’’ sipariş etmeyi unutmayın. Bunların üzerine bir de samimi bir mekân bulup diğer masalarla sohbete dahil olursanız da demeyin keyfinize.
Konaklama
Konaklama Madrid’de olduğu gibi Sevilla’da ucuza ve konforlu bir şekilde geçiştirilebilir. Şehir meydanına yakın, şehrin dar ve nostaljik sokaklarında bulunan bir Airbnb kiralamanız şehrin atmosferini en içten duygularınızla hissetmenize yardımcı olacaktır.
Sonuç – Hislerim
İspanya’da maalesef Valencia, Malaga ve Granada’yı henüz ziyaret edemedim fakat gördüğüm tüm şehirler arasında turistik olarak en büyüleyici olanı kesinlikle ve kesinlikle Sevilla’ydı. Yani bir şehir hem bu kadar tarih kokarken hem nasıl bu kadar modern nasıl olabilir insanın aklı almıyor. Hiç düşünmeden gidin ve görün derim.