Dikkat: Bu yazı kanatlandırır!
“Markalar spor yapar mı?” serimizin son durağında, sporla sadece bağ kurmayan, onu sahiplenen, hatta sınırlarını zorlayan bir markadayız: Red Bull.
Red Bull spor yapmıyor; sporu tasarlıyor. Enerji içeceği pazarlamakla yetinmeyen bu marka, tüm pazarlama stratejisini sporun kalbine yerleştirdi. Red Bull Stratos projesinde, Felix Baumgartner’ı stratosferden dünyaya atlatan da onlar, Utah çölünde düzenlenen ekstrem bisiklet yarışları Red Bull Rampage’in yaratıcısı da. Yani sponsor olmak yerine, sahnenin sahibi olmayı seçtiler. Bu stratejiker sayesinde Red Bull rakiplerinden bambaşka bir yere gelmiştir.
Amaç sadece adrenalin değil; hikâye yaratmak. Red Bull, YouTube, TikTok ve Red Bull TV gibi platformlarda milyonlara ulaşan içeriklerle sporu bir medya gösterisine dönüştürüyor. Kendi medya şirketi Red Bull Media House sayesinde reklamı değil, iz bırakacak deneyimleri hedefliyor. Bu yaklaşım, markayı genç kitleyle doğal ve güçlü bir bağa kavuşturuyor.
Futbolda Salzburg, Leipzig ve New York Red Bulls gibi kulüplerle sahada olan Red Bull, Formula 1’de de dünya şampiyonluklarıyla adını kazıdı. 2024’te bisiklette “Red Bull – BORA – hansgrohe” ortaklığıyla yeni bir döneme geçtiler. Amaç, sadece kazanmak değil; sporu yeniden şekillendirmek.
Wings for Life World Run gibi sosyal sorumluluk koşuları ise, markanın insan odaklı tarafını ortaya koyuyor. Her yıl tüm dünyadan binlerce kişi, omurilik felcinin tedavisi için koşuyor.
Kısacası Red Bull, spor iletişimini “marka spor yaparsa ne olur?” sorusuna en radikal yanıtla veriyor: Sporun ta kendisi olur. İlham verir, içerik üretir, topluluk yaratır. Bu seri burada bitiyor ama Red Bull’un başlattığı bu hareket daha uzun süre konuşulacak.