Bugün, uygarlığın beşiklerinden biri olarak kabul edebileceğimiz; insanlığın yüz binlerce yıl önce ilk adımını attığı, -üzerinde- medeniyetler, krallıklar kurduğu ve bugün çok önemli bir dini merkez haline gelen İspanya’nın kuzey batısında, Portekiz’in ise hemen kuzeyinde yer alan, hırçın iklimi ve dağlık yapısı sayesinde Endülüs döneminde bile Arap akınlarına direnebilmiş Galiçya (yerel diliyle Gallega), bugün İspanya’nın en önemli özerk bölgelerinden birisi olarak bizlere kendisini gösteriyor.
Bu bölgeyi dedelerinizin anlattığı benim dedem Galiçya cephesinde savaşmış hikayeleriyle karıştırmayın. O Galiçya Romanya’nın kuzeyinde yer alan ve bugün Ukrayna ve Polonya arasında paylaştırılmış bambaşka bir yer fakat şaşırtıcıdır ki bizim bahsedeceğimiz İspanya’nın Galiçya’sında bile biz Türklerle alakalı hikayeler duymak mümkün. Gelin anlatayım:
Söylenenlere göre, Preveze Deniz Savaşı sonrası Akdeniz’in Türk denizi olarak anılmaya başlandığı Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Türk tarihinin en önemli denizcilerinden Barbaros Hayrettin Paşa İspanya’ya doğru donanmasıyla akınlar başlatır. İşte olay tam da burada, Galiçya’ya da akınlar düzenleyen Barbaros’un, bölgenin en kuzeyinde yer alan La Coruña şehri halkıyla iyi ilişkiler kurup onlardan çeşitli konularda yardım alması ile başlıyor. La Coruña halkının bu davranışlarından haberdar olan Vigo şehri (Galiçya’nın bir başka şehri) halkı ise bu durumdan hiç hoşnut kalmıyor ve La Coruña şehri halkını ‘‘Los Turcos’’ (Türkler) olarak anmaya başlıyorlar. Bu duruma kayıtsız kalmayan La Coruña halkının, Vigo şehri sakinlerini -Vigo’nun Portekiz’le iyi ilişkilerinden dolayı- hain olarak anmaya başlamasıyla da iki şehir arasındaki gerilim daha da tırmanıyor. Bu iki şehrin 500 yılı aşan bu çekişmesi bugün ise yerini yeşil sahalara, Celta Vigo ve Deportivo La Coruña mücadelelerine bırakmış durumda. İşin ilginç tarafı 1906 yılında kurulan Deportivo La Coruña kulübünün taraftarları kendi taraftar gruplarını 500 yıllık tarihe ithafen ‘‘Los Turcos’’ olarak adlandırmış ve bu ismi günümüzde hala aktif olarak kullanıyorlar. Üstüne üstlük maçlarında Türk bayrakları açarak rakiplerine baskı uyguluyorlar. Buna verilecek en büyük örnek 2004 yılında Yunanistan’ın Panathinaikos ekibiyle Şampiyonlar Ligi maçına çıkan Deportivo taraftarlarının Yunan taraftarlara nispet yaparcasına 24 metrelik Türk bayrağı açarak kendilerini ‘‘Los Turcos’’ olarak tanımlayıp dışlamaya çalışan herkese ‘‘Evet, biz Türküz ve bundan gurur duyuyoruz.’’ mesajıydı.
Bütün bunları Türk olduğum için abarttığımı düşünebilirsiniz, hakkınız da var. Bu hikâyeyi La Coruña’ya ilk gittiğimde sokakta yürürken -bilmem kaç kuşak- Galiçyalı arkadaşımdan laf arasında duyduğumda ben de sizin kadar şaşırıp doğruluğunu kontrol etme ihtiyacı duymuştum. Doğruluğunu öğrenince de gülerek ‘‘E, bize de desteklemek düşer.’’ dedim kendi kendime.
Bu nasıl girizgâh anlat anlat bitmedi değil mi? Kusura bakmayın, eşine sık rastlanan bir hikâye olmadığından biraz detaylı anlatmak istedim ama merak etmeyin şimdi başlıyorum esas kısmımıza.
Tavsiyelerim
Bu bölümde; Galiçya’da, kısıtlı vaktimden dolayı, bir şehri bol bol gezmek yerine pek çok şehri azar azar gezdiğim için ne yazık ki çok detaylı bir anlatım sunamayacağım ama gezdiğim şehirlere teker teker değineceğim.
Nereyi Gezmeli
Santiago de Compostela: 2000 yılında Avrupa kültür başkenti seçilen şehir, Camino de Santiago adı verilen Hristiyan dünyası için çok önemli olan dini yürüyüşün son bulduğu noktadır aynı zamanda. Bilmeyenler için bu yürüyüşü kısaca insanların kendi evlerinin kapılarından, belirlenen konumlardan veya istedikleri herhangi bir konumdan yola çıkarak (evet, bu yürüyüş ülkeler arası yapılmakla beraber günlerce hatta aylarca bile sürebilir) Santiago Katedraline varmaları olarak açıklayabiliriz. ‘‘Bu insanlar onca gün nerede kalıyor, ne yiyor, ne içiyorlar?’’ diye soracak olursanız da merak etmeyin başka insanlar ya ücretsiz olarak ya da çok ufak bir meblağ karşılığında bu yürüyüşe katılan insanları evlerinde ağırlıyorlar, yani yol üzerinde duracakları, kalacakları rotalar önceden hazırlanıyor. Bu yürüyüşün sonunda ise katedralin önünde büyük şenlikler düzenleniyor. Hedef nokta olarak UNESCO Dünya Mirası listesindeki bu katedralin seçilmesinin sebebini İsa’nın 12 havarisinden biri ve İspanya’nın koruyucu azizi olan Zebedi oğlu Yakup’un (inanışa göre) Orta Doğu’da bulunan naaşının bu katedrale getirilmiş olması olduğunu söyleyebiliriz.
La Coruña
Akşam 7-8 sularında varıp sabah 8-9 civarında ayrıldığım bu şehrin gezilip görülecek yerleri hakkında muhteşem bir bilgi birikimine sahip değilim ancak İspanyol arkadaşım zaten bu şehirde görülecek çok fazla turistik nokta olmadığını belirterek bizi görülmesi gereken en temel yere -orijinal adıyla- ‘‘Praza de María Pita’’ya, şehrin meydanına götürdü. Orta Çağ’dan kalma yapısını zamanın acımasız etkisine rağmen korumayı başarmış bu meydanda -biliyorum bunu yemek için en doğru nokta burası değil- ilk ananaslı pizzamı yedim. İğrenç değildi fakat gerek de yoktu.
La Coruña’da ziyaret ettiğim bir diğer noktası ise şehrin kumsallarıydı. Bu bölgeyi akşam saatlerinde gördükten sonra o kadar çok Karataş sahile benzettim ki kendimi ‘‘Vay be! Demek ki sahile beton yığmasalar böyle görünecekmiş güzel İzmir.’’ demekten de alamadım.
Sanxenxo
Galiçya’nın, uzun yıllar gözden uzak kalmış sadece Portekizliler ve Galiçya halkı tarafından bilinen fakat son on yılda Fransızlar ve İngilizler tarafından da keşfedilince yavaş yavaş turist akınına uğramaya başlayan bu bölge hakkında arkadaşım, yerel halk olarak, bu bölgenin kesinlikle keşfedilmesini istemediklerini belirtmiş ama az önce de belirttiğim gibi keşfedilmeye başlamasından üzüntü duyduklarını anlatmıştı. Merak etme Manu bu blogu yüz binlere ithafen yazmıyorum, taş çatlasın birkaç yüz kişi. Konudan çok da sapmadan şunları söyleyerek bu bölümü sonlandırayım. Bu bölgeye kışın ortasında bir Kasım ayında gittiğimiz için sahilde sadece ben ve arkadaşlarım vardık. Doğasının tadını böylesine tenha bir zamanda çıkarma fırsatı bulabildiğimiz için kendimizi şanslı sayabiliriz.
Sonuç – Hislerim
Santiago Katedrali hayatımda gördüğüm ilk büyük katedraldi bu nedenle diğer gezdiğim katedrallere kıyasla yeri bende başkadır. Katedrali haricinde arkadaşlarımla, bahsettiğim bu üç noktada geçirdiğim keyifli vakitler de bu bölgeyi benim için daha anlamlı bir hale getirdi. Umarım bu bölgeyi bir daha (özellikle yaz mevsiminde Resurrection Fest zamanında) görme şansını bulabilirim.