Merhaba sevgili okuyucum,
Bugün sizlerle hediyeler üzerine konuşmak istiyorum. Hem hediye almayı hem de vermeyi çok severim. Hediye, birine karşılıksız olarak sunulan, sevgi, saygı veya teşekkür ifadesi taşıyan bir armağandır. Hediyeleşme, birçok kültürde gelenek haline gelmiş ve insanlar arasındaki bağları güçlendiren önemli bir araç olmuştur. Hatta Hz. Muhammed (sav), “Hediye, alanı sağır ve kör eder.” diyerek, hediyenin insanların olumsuzlukları görmezden gelmesine ve ilişkilerini koparmamasına yardımcı olduğunu belirtmiştir.
Hediyeleşme, zamana, kişiye ve toplumsal yapıya göre farklı şekillerde karşımıza çıkar. Jacob Spon’un Hediyeleşmenin Kökenine Dair adlı eserinde, bu kültürün Roma İmparatorluğu’nun ilk yıllarında ortaya çıktığını anlatır. Roma’da yılbaşı ve bayramlarda yöneticilere mine çiçeği dalları hediye edilirdi. Zamanla incir, bal ve hurma gibi hediyeler de bu geleneğe eklendi. Kilise, bir dönem bu ritüeli yasaklasa da hediyeleşme Hristiyanlık içinde yeniden şekillendi ve Aydınlanma Dönemi’nde yasaklar tamamen kalkarak yaygınlaştı.
Türklerde de hediyeleşme çok eski bir gelenektir. Orhun Abideleri’nde bile hediyeleşmeye dair izler bulunur. Eski Türk inanışına göre, verilen hediye eşdeğer bir armağanla karşılık bulmazsa kutsallık ve bereket kaybolur, yerine felaket gelir. Bu inanış farklı şekillerde günümüze kadar ulaşmış ve beni her zaman etkilemiştir. Osmanlı’da ise hediyeleşme, bireyler arası iletişimi güçlendirmek, toplumsal bağlılığı artırmak ve diplomatik ilişkileri geliştirmek için önemliydi. Kumaşlar, mücevherler, kitaplar ve binek hayvanları gibi hediyeler yaygın olup, törenler ve geçiş merasimlerinde hediyeleşme ihmal edilmezdi. Devlet görevlileri arasında hediyeleşme yaygın olduğu gibi, farklı devletlerle ilişkileri güçlendirmek için de hediyeler verilirdi.
Bu araştırmayı aslında sizlere bana verilen anlamlı bir hediyeyi anlatmak için yaptım. Geçtiğimiz günlerde, yurtdışından gelen bir tanıdığım bana bir ayna hediye etti. İlk anda sıradan bir armağan gibi göründü. Ancak bana aktardığı hikâyeyle bu aynanın anlamı bambaşka bir boyut kazandı.
Hikâye, Hz. Yusuf’a aitti. Bir gün uzaklardan bir dostu onu ziyarete gelir. Hz. Yusuf, misafirine “Bize ne hediye getirdin?” diye sorar. Misafir ise şu yanıtı verir:
“Senin için pek çok hediye aradım ama hiçbirini layık göremedim. Bir altını bir madene, bir damla suyu bir ummana nasıl götürebilirim diye düşündüm. Sana kalbimi ve ruhumu sunsam bile, senin yanında bunun bir kıymeti olmazdı. Nihayet, nurlu bir kalp gibi cilalı bir aynayı huzuruna getirmeye karar verdim. Ey güneş gibi parlayan Yusuf! O aynada güzel yüzünü göresin ve yüzünü her gördüğünde beni hatırlayasın diye sana ayna getirdim.”
İşte bana aynayı hediye eden arkadaşım da bu hikâyeyi kısaca anlattıktan sonra, “Sana birçok hediye aradım ama senden daha güzelini bulamadım.” dedi. İşte o an, sıradan görünen bir hediye, benim için tarifsiz bir anlam kazandı.
Bazen bir armağan, yalnızca bir eşya değildir. Ona yüklenen anlam, onu çok daha değerli kılar. Siz hiç, bir hediyeye böyle özel bir anlam yüklediğiniz oldu mu?